Dropa Tasları1938'de Dr. Chi Pu Te'in başını çektiği bir ekip Çin'in Baian-Kara-Ula dağlarına doğru bir arkeolojik keşfe çıktı. Keşfin sonunda ekip antik kültürlerin yaşadığı bazı mağaralarda şaşırtıcı keşifler yaptı.Mağaranın tabanında asırların tozu altına gizlenmiş yüzlerce taş disk buldular. Disklerin yaşı 10.000 – 12.000 idi. Her diskin çapı 22 7 cm ve kalınlığı 2 cm idi. Her birinin ortası delikti ve gövdelerine kazınmış sarmal oyuklar vardı. Dışarı doğru dönen bu sarmal oyuklar aslında üzerindeki küçük hiyerogliflerde bir kompozison oluşturuyordu. Hiyerogliflerde dünya dışından gelen ve buradaki dağlarda kaza geçiren uzay gemilerinden bahsediyordu. Uzay gemileri kendilerini Dropa diye adlandıran insanlar tarafından kullanılıyordu. Dropa diskleri üzerindeki hiyerogliflerin okunmasının ardından ortadan kayboldu.
Dropa Taşları Hakkındaki Bilmediklerimiz...Uzaydan Gelen Kusursuz Taşlar Dropa taşları: 1938 yılında Çin’in ücra bir köşesinde keşfedilen taşlar gizemini hala koruyor. Dropa taşları olarak anılan bu cisimler uzaylıların bize bıraktığı bir mesajı mı taşıyor?
Yoksa bütün hikaye birkaç araştırmacının hayal ürünü mü?
Soğuk bir sonbahar günüydü. Günlerden beri güneş yüzünü göstermemişti. Gökyüzü gri bulutlarla kaplıydı. Sessizlik ani bir sarsıntıyla bitti. Bulutlar arasından yıldırım gibi bir gürültü sesi yükseldi. Bu ses o kadar keskindi ki hayvanlar kendilerini yuvalarına zor attı. Vadi hiç bu kadar gürültüye tanık olmamıştı.
Bir grup avcı yıldırımdan başlayacak şiddetli yağmuru bekliyordu. Fakat gürültünün nedeni yıldırım değildi. Kalın bulutların arasından keskin bir ışık belirdi. Sonra ışığan vadiye çakılan parlak bir küreden geldiği anlaşıldı. Avcılar ilk kez böyle bir cisimle karşılaşmışlardı. Cisim ağaçların yarısı yüksekliğindeydi. Yüzeyi ayna gibi güneş ışınlarını yansıtıyordu. Avcılar yaklaşmayı düşünürken parlak cisim içinden bir kapı açıldı. Bir şeyler hareket ediyordu. Yıl Milattan Önce 10 bin civarıydı.
Profesörün keşfettiği neydi? Dropa hikayesi 12 bin yıl sonra aynı yerden yeniden başladı. Fakat bu kez takvimler 1938 yılını gösteriyordu. Olayların cereyan ettiği yer tam olarak Çin ve Tibet sınırlarındaki Baian Kara Ula dağlarıydı. Pekin Üniversitesi arkeoloji profesörlerinden Chi Pu Tei bir grup öğrencisiyle Himalayalar’daki mağaraları inceliyordu. Mağara duvarlarında diğer tarih öncesi mağara resimleriyle hiç alakası olmayan çizimler vardı. Bu mağara duvarlarındaki güneş ay ve yıldızların çok gerçekçi çizimleri bulunuyordu. En şaşırtıcı keşif ise Dropa taşlarıydı. İlk bulunan taş öğrencilerden birinin ayağına takılınca ortaya çıkmıştı. Taş bir disk şeklindeydi. Disk o kadar simetrikti ki biri tarafından ustalıkla şekillendirilmiş olmalıydı. Yaklaşık 30 santim çapındaki diskin tam ortasında bir delik vardı.
10 ila 12 bin yıllık olduğu tahmin edilen taş. Mısır piramitlerinden bile eskiydi. Araştırma devam ettikçe toplan 716 disk bulundu. Her taşın üstünde hiyeroglifler vardı. Ancak mikroskop yardımıyla seçilen harfler yeryüzündeki hiçbir dile benzemiyordu. Taşlar kazı alanındaki diğer bulgularla birlikte Pekin Üniversitesi’nin arşivine kaldırıldı. Batı dünyası Çinli bilim adamının keşiflerini ciddiye almadı.
1962’de taşların kaderi değişti. Tarih Akademisi’nden Prof.Dr.Tsum Um Nui disklerin üzerindeki yazıyı deşifre etmeyi başardı. Yazılar kafa karıştırıcıydı. Profesörün araştırmasını yayınlaması yasaklandı.Fakat Nui 1964’te araştırmasını ülkeden kaçırarak bastırmayı başardı.
Taşlar neyi anlatıyordu?Profesör Nui önce irili ufaklı 716 taşı mikroskop altında inceledi. Sonra büyüttüğü kağıtlara kopyaladı. 12 bin yıllık olduğu tespit edilen taşların üzerindeki harfler aradan geçen binlerce yıla rağmen pek bozulmamış ve niteliklerini büyük ölçüde korumuşlardı.
Yazılar çözmeye çalıştıkça sadece edindiği bilgiler değil kafasını meşgul eden sorularda artıyordu. 12 bin yıl önce insanlara taşlara nasıl bu kadar simetrik bir şekil vermişlerdi? Mikroskoplara görülebilecek kadar ufak yazıları nasıl taşların üzerine kazıyabilmişlerdi? Taşlara neden yazı yazmışlardı? Her şeyden önce bu taşlara kim yazı yazmıştı? Profesör taşların üzerindeki hiyeroglifleri kağıtlara geçirme işlemini tamamlayınca sıra yazıları çözmeye gelmişti. Nui bir süre sonra çalışmalarının karşılığını almaya başladı. Önce bir kelimenin anlamını çözdü. Yavaş yavaş kurulan cümleler anlam kazanmaya başladı. Profesör yazıların kendilerine Dropa adını veren bir kavim tarafından yazıldığını anladı. Fakat karşılaştıkları anlamsızdı. Yazılar dini bir seremoninin parçası gibiydi.
Antik astronotlar gerçek mi?1964 yılında araştırma sonuçları yayınlandığında tel bir bilim adamı bile Nui’nin araştırmasını ciddiye almamıştı. Anlatılanlar bilinenlerden çok farklıydı. Eğer bu hikaye gerçekse bütün insanlık tarihinin baştan yazılması gerekirdi.
Dropa taşlarının üzerinde yazılanlara göre uzak bir gezegenden gelen bir uzaylı kabilesi mekiklerinin bozulması yüzünden günümüzden 12 bin yıl kadar önce Himalayalar’a iniş yapmak zorunda kalmıştı. Dropa kabilesinden gelen uzaylılar mecburen dağların içinde bulunan mağaralara sığındılar. Barışçıl olmalarına rağmen o sırada komşu mağaralarda yaşayan ilkel bir insan kabilesi olan Hamlar tarafından düşman kabul edilmişlerdi. Ham kabilesi üyeleri Dropalıları esir alıp bazılarını öldürdü. Nui’nin tercümesinden bir pasaj şöyle: “Dropalılar bulutların arasından inen ışıklı bir küre içinden yeryüzüne indiler. Kadınlar çocuklar ve erkekler olmak üzere bütün Dropalılar çevredeki mağaralara sığındılar. İnsanlar en sonunda Dropalıların işaret dilini çözünce niyetlerinin savaş olmadığını anladılar.”
İlerleyen paragraflarda da Dropalıların uzay mekiklerini çalıştıramadıkları için evlerine dönemedikleri ve bu nedenle dünyada tutsak kaldıkları anlaşılıyordu. Günümüzde disklerin ortaya çıkarıldığı yerde kendilerine Dropa ve Han ismini veren iki ilkel kabile yaşıyor. Antropologlar bu kabilelerin ırkının Çin ya da Tibet Kökenine dayanmadığını söylüyor. Her iki kabilede pigmeler kadar kısa boylu. Boyları 130 ila 140 santim arasında değişiyor. Ten renkleri sarı ve kafatası tıpkı 1938 yılında bulunan iskelet kalıntıları gibi vücut orantılarına göre çok büyük. Vücutlarındaki tüyler çok seyrek ve hiçbir Asya ırkında rastlanmayan iri mavi gözlere sahipler. Dropa taşlarının gerçekliğine inanan araştırmacılar bazı Çin halk hikayelerinde Dropalıların konu edildiğini iddia ediyorlar. Bu hikayelerin yeryüzüne bulutların arasından inen sarı tenli ve çirkinlikleri nedeniyle yerel halk tarafından dışlanan garip canlıları konu ettiği söyleniyor.